Neresinden başlamalı bu serüveni anlatmaya bilemiyorum. Fakat bir yerinden tutup
yazmak, içimi -belki mümkün olmasa bile- satırlara dökmek istiyorum...
Bu sene dersane başladığında neden orda olduğumu sorgular bir biçimde buldum
kendimi. Hiç hesap etmemiştim her yıl gibi sıradan bir yıl değil de, hayatıma en
güzel -güzel bile az kalır- şeyleri getirecek bir yıl olduğunu...
İnsan bu dünyada zaten bir tek bu güzelliklerin farkına geç varır. Uzatmak
istemiyorum ama kısa kesmek de haksızlık olur diye düşünüyorum...
Bu sene hala o dersanede bulunmam bir tesadüf değildi. Zaten bana göre hayatta
hiçbir şey tesadüf değildi. Ama tesadüfün bu kadarını tahmin etmek kimsenin de
harcı değildi. Nasıl olduysa olmuştu, karşılaşmıştık hiç hesapta yokken.
Adını bile bilmiyordum ama o beni tanır gibiydi. Nereden çıktıysa o bir
"MELEK" çizmek geldi içimden. Üstünkörü birşeyler karalamıştım ama
benim için bir kez daha çizermisin diye sorduğunda kalemimin ucunda aşk
kıvılcımlarının yattığı hiç aklıma gelmemişti. O gece oturup o resme öyle bir
kaptırmıştım ki kendimi, her bir çizgide sinir uçlarıma kadar bir kıprdanma
hissettim. Adeta ben artık ben olmaktan çıkmıştım ve hissetttiğim ne varsa saf
duygu olarak kağıda yerleşmiştim. Resim bittiği anda şimdiye kadar kimseye
açamadığım kalbimdeki o boşluğun, o büyük boşluğun dolduğunu farkettim...
Hiç hisleri olmayan, duyguları körelmiş bir adamın, bir anda açan leylaklar kadar
canlı, beyaz güller kadar saf ve masum duygular barındırması akıl almaz birşeydi.
Fakat kim derdi ki o adam kaderinde yazılı olan hüsranı yine ve yine yaşayacak. Yine
kader bir şekilde örüp ağlarını örümceğin sinekle oynadığı gibi onunla
oynayacak. Ama bir gerçek var ki; insanlar kendi kaderlerini kendileri yaratır. Bakalım
ben kendim için nasıl bir kader yaratacağım derken bile içimde umut parçaçıkları
yeşeriyordu. Gittikçe duygularım içimde kalamayacak kadar büyüyor, ramazan ayında
olduğumuzdanmıdır bilemiyorum kutsal bir tapınma halini alıyordu. O kadar büyüdü
ki; artık duygularımı açmalıydım ve o kadar kutsaldı ki; konuşmak için
"KADiR GECESiNi" seçtim. Konuşmanın ayrıntılarına giremiyorum takdir
edersiniz ki ama o konuşurken benim aklımdan; "Birbirimize birkaç aşk kadar geç
kalmış olmasaydık." cümlesi tren vagonları gibi birbiri ardına geçiyordu.
Dedim ya kutsal bir aşktı bu ve hiçbir karşılık beklememiştim. O gün dinlediğim
tek şarkı;
-Sevgi gönülden gelen bir duygudur
-Zorlayamam seni beni sev diye
-Fakat her sevgi aşk değildir inan
-Arkadaşça sevsen razıyım yine
idi.
Hayatımda ilk defa bende böylesini hisler uyandıran, karakterimde beni böylesine
kusursuzluğa iten, parmağını oynatmasıyla bile bana böylesine çok şey katan, belki
ulaşılması imkansız bir yıldız, belki de dedim ya işte yeryüzüne inmiş gerçek
bir "MELEK"ti o. Bu insanı tanığım için Allah'ıma binlerce kez şükürler
olsun. İçimdeki son umut parçası sönene kadar "O"na dua etmeye devam
edeceğim.
Olur ya! Hani gerçekten olur ya!